Diğer Sitelerimiz

25000 Veciz Söz
islami bilgiler

#643

Keramet, Allah-ü Teâlâ’nın veli kullarına bir ikramıdır. İstemekle, çalışmakla ele geçmez.

#881

Hakiki keramet sahibi bir veli konuştuğu zaman dinleyenin kalbinde dünya sevgisi azalıp, Allah-ü Teâlâ’nın sevgisi ve ona bağlılığı artar.

#1116

Bayezid-i Bistami’nin yaşadığı zamanda binlerce veli vardı. Hepsi de ibadet, riyazet, keşif ve keramet sahibi idi. Fakat asrın kutupluğu, ümmî bir demircinin üzerinde idi. O bu işin sır ve hikmetine karşı hayretler içindeydi. Çoluk çocuğunun nafakası için geceli gündüzlü örs başından ayrılmayan demirciyi görmek istedi. Bir gün dükkânına gitti. Selâm verdi. Onu görünce, çocuklar gibi sevindi. Ellerine sarıldı, uzun uzun öptü ve ondan dua rica etti. Henüz keşif âlemine girmemiş olduğu için kendi makamından habersizdi. Ondan dua isteyince dedi ki: "Ben senin ellerinden öpeyim de, sen bana dua et! Sizin duanıza muhtaç olan benim!" O ise şöyle cevap verdi: "Benim sana dua etmemle, içimdeki dert hafiflemez ki!" Bunun üzerine o da; "Derdin nedir? Söyle bir çare arayalım?" dedi. "Acaba kıyamet gününde, bunca insanın hâli ne olur? Bunu düşünmekten, buna yanmaktan başka derdim yok." dedikten sonra hüngür hüngür ağlamaya başladı. Bayezid-i Bistami'yi de ağlattı. O vakit içinden; "Bunlar nefsim, nefsim diyenlerden değil, ümmetim ümmetim diyenlerdendir." diyen bir ses duydu. Hemen içindeki hayret silindi. Kutupluk makamının bu demirciye niçin verildiğini sezdi. Anladı ki, böyleleri, sevgili Peygamber efendimizin kalbine her an bağlıdır. Onun hakikatine mazhardır. Demirciye dedi ki: "İnsanların azap çekmesinden sana ne?" Demirci de; "Bana mı ne? Benim fıtratımın mayası, şefkat suyuyla yoğrulmuştur. Cehennem ehlinin bütün azâbını bana yükleseler de, onları bağışlasalar, ben saâdete ererim ve derdimden kurtulurum." dedi.


O, namazda okunmak için, farz mikdarından fazla sûre ve âyet bilmiyordu. Bilmediklerini Bayezid-i Bistami öğretti. O da, kırk yıldır elde edemediği manevî derecelere yükseldi. İçi feyz-i ilâhî ile doldu. O vakit iyice anladı ki, kutupluk sırrı başka bir şey imiş."

#1171

Bir gün Yûsuf-i Bahirânî isminde bir zât kendi kendine; "Bayezid-i Bistami'nin yanına gideyim. Eğer, açıktan bir keramet gösterirse velî olduğunu kabûl edeyim. Böylece onu imtihan etmiş olayım." diye düşündü. Bu düşünce ile, Bayezid-i Bistami'nin bulunduğu yere geldi. Bayezid-i Bistami onu görünce buyurdu ki; "Biz kerametlerimizi, talebelerimizden Ebû Saîd Râî'ye havâle ettik. Sen ona git." Bu kimse gidip, Ebû Saîd Râî'yi sahrada buldu. Kendisi namaz kılıyor, koyunlarına da, kurtlar bekçilik ediyordu. Namaz bitince, gelen kimse kendisinden tâze üzüm istedi. Oralarda üzüm bulunmazdı ve zamanı da değildi. Ebû Saîd Râî, asâsını ikiye bölüp, bir parçasını gelen kimsenin tarafına, diğer kısmını da kendi tarafına dikti. Allah-ü Teâlâ’nın izni ile, hemen o parçalar asma oldu ve tâze üzüm verdi. Fakat Ebû Saîd tarafında bulunan üzümler beyaz, gelen kimsenin tarafında bulunan üzümler siyah idi. O kimse, üzümlerin renklerinin farklı olmasının sebebini sordu. Ebû Saîd Râî; "Ben, Allah-ü Teâlâ’dan, yakîn yolu ile istedim. Sen ise imtihan yolu ile istedin. Dolayısı ile renkleri de niyetlerimize uygun olarak meydana geldi." buyurdu ve o kimseye bir kilim hediye edip, kaybetmemesini tembih etti. O kimse kilimi alıp, hacca gitti. Fakat kilimi, Arafat'da kaybetti. Çok aradı ise de bulamadı. Hac dönüşünde, Bistâm'a, Bâyezîd hazretlerinin yanına uğradı. Baktı ki kaybettiği kilim, Bayezid-i Bistami'nin önünde duruyor. Bu hâdiselere şahit olduktan sonra, böyle yüce bir zâttan, kerâmet istediğine çok pişmân oldu. Tövbe ve istigfâr edip, Bayezid-i Bistami'nin talebeleri arasına katıldı.

#1231

Ebu Müslim-i Saftar, evliyanın büyüklerindendi. Bir gün gemi ile yola çıktı. Yanında çok kimseler de vardı. Aniden ters yönden bir rüzgâr çıktı. Dalgalar yükseldi. Gemi batacak gibi oldu. Gemide olan yükü denize attılar. Yardım istediler. 
Ebu Müslim diyor ki:
Bizimle beraber gemide kim olduğu bilinmeyen bir köylü vardı. Yanında bir mushaf vardı. Oradan kalktı ve mushafı elinin üzerine koydu ve şöyle yalvararak dua etti: “Ya Rabbi! Eğer bir kimsenin elinde dünya sultanından bir mektup bulunursa, hiç kimse ona saldıramaz, zarar veremez, belalardan emin olur.” Mushafı kaldırdı ve “Ya Rabbi! Bu senin kitabındır, bunu bize verdin. Ellerinde senin kitabın bulunan kullarını suda boğmak keremine yakışmaz. Bizi tehlikeden kurtar”dedi.
Derhal dalgalar döndü ve deniz süt liman oldu ve sağ salim gittik. 

#1383

Seyyid Hasan Şazelî Hazretleri bir arkadaşı ile bir mağaraya girdi. Gayeleri nefislerini ıslah etmekti. Ancak mağarada halvette ibadetle meşgul iken birbirlerine şöyle diyorlardı:

“Muradımıza nasıl erer, nasıl keşif ve keramet sahibi oluruz? Ulu makam ve mertebelere nasıl ulaşırız?

Onlar böyle konuşurken mağaranın kapısında bir ihtiyar peyda oldu. Selam verdi, aldılar. Ona kim olduğunu sordular. Şöyle cevap verdi:

Ben Allah’ın kullarından biriyim, ismim Abdülmelik.

Hayırdır niye geldin?

Size hayret ettim, ondan geldim.

Bizim şaşılacak ne halimiz var? Mağaraya nefsimizi, benliğimizi yok etmeye geldik.

Hayır, siz mağaraya nefsinizi azdırmaya girdiniz. Ne gün evliya oluruz, ne gün gökte uçar, denizde yürürüz… Bunları konuşuyorsunuz. Mağarada olanın gayesi bu olmamalı. Ne zaman Allah’ın rızasını buluruz, Allah düşmanı nefsimizi ne zaman ıslah ederiz, kötü ahlaktan nasıl kurtulur, güzel ahlakı nasıl kazanırız? Amacınız işte bu olmalı. Fakat sizin gayeniz bunlar değil.

Bu sözler üzerine tövbe istiğfar ettiler. İşte, halis niyet ile o zat, bir tasavvuf büyüğü olan Hasan Şazelî hazretleri oldu.

#1626

Muhammed Bahaeddin Nakşibend k.s. Hazretleri bir gün Buhara’nın bir köyünde konaklamışlardı. Köyün sakinleri onun sohbet ve ziyaretine koştular. Köylülerden biri gelirken bir sepet dolusu armut da getirmiş, ev sahibi bu meyveleri ikram olarak Bahaeddin Nakşibend’in önüne koymuştu. Şah-ı Nakşibend, armutları, onları getiren de dâhil olmak üzere mecliste bulunanlara birer birer dağıttı, fakat yememelerini tembihledi. Sonra o köylüye dönüp “Söyle bakalım, bu ikramda bulunmaktaki asıl maksadın neydi? diye sordu.

Köylü başı önünde, gözlerini elindeki armuda dikmiş, mahcup bir halde şu itirafta bulundu: “Efendim, sizin keşfü keramet sahibi bir mürşid-i kâmil olduğunuzu duymuştum. Acaba hakikaten öylemidir, değilmidir diye denemek istedim. Sepetteki armutlardan birine işaret koymuş, eğer bu zat dedikleri gibi biriyse, bu armudu bulur bana verir, diye düşünmüştüm. Bağışlayın, boş bulunup cahillik ettim.”

Şah-ı Nakşibend “Peki elindeki armut, işaretlediğin meyve miydi?” diye tekrar sordu. Adam, utana sıkıla, “Evet” diyebildi yavaşça.

Bahaeddin Nakşibend hazretleri cemaate döndü ve buyurdu ki “Allah’ın veli kullarını denemeye kalkışmak uygun değildir. İstikamet üzereyse, Rasulullah s.a.v.’in sünnetini yaşıyorsa eğer, bir mürşidi imtihana hacet yoktur. İstikametten daha doğru bir ölçü olamaz çünkü. Biz şu adama işaretlediği meyveyi keramet göstermek için değil, bizden uzak kalıp zarar görmemesi için bulup verdik!”

#1626

Muhammed Bahaeddin Nakşibend k.s. Hazretleri bir gün Buhara’nın bir köyünde konaklamışlardı. Köyün sakinleri onun sohbet ve ziyaretine koştular. Köylülerden biri gelirken bir sepet dolusu armut da getirmiş, ev sahibi bu meyveleri ikram olarak Bahaeddin Nakşibend’in önüne koymuştu. Şah-ı Nakşibend, armutları, onları getiren de dâhil olmak üzere mecliste bulunanlara birer birer dağıttı, fakat yememelerini tembihledi. Sonra o köylüye dönüp “Söyle bakalım, bu ikramda bulunmaktaki asıl maksadın neydi? diye sordu.

Köylü başı önünde, gözlerini elindeki armuda dikmiş, mahcup bir halde şu itirafta bulundu: “Efendim, sizin keşfü keramet sahibi bir mürşid-i kâmil olduğunuzu duymuştum. Acaba hakikaten öylemidir, değilmidir diye denemek istedim. Sepetteki armutlardan birine işaret koymuş, eğer bu zat dedikleri gibi biriyse, bu armudu bulur bana verir, diye düşünmüştüm. Bağışlayın, boş bulunup cahillik ettim.”

Şah-ı Nakşibend “Peki elindeki armut, işaretlediğin meyve miydi?” diye tekrar sordu. Adam, utana sıkıla, “Evet” diyebildi yavaşça.

Bahaeddin Nakşibend hazretleri cemaate döndü ve buyurdu ki “Allah’ın veli kullarını denemeye kalkışmak uygun değildir. İstikamet üzereyse, Rasulullah s.a.v.’in sünnetini yaşıyorsa eğer, bir mürşidi imtihana hacet yoktur. İstikametten daha doğru bir ölçü olamaz çünkü. Biz şu adama işaretlediği meyveyi keramet göstermek için değil, bizden uzak kalıp zarar görmemesi için bulup verdik!”

#1627

Tasavvufta temel prensib şudur: “Keramete değil, istikamete itibar edilir.”







Etiketler