"takva" kelimesi ile ilgili sonuçlar;
#34
Evliya’nın üç özelliği vardır; Takva, edep ve ibadet.
#75
Cennete girmenin koşulu, dünyada takva üzere yaşamaktır.
#156
Zünnûn Mısri şöyle demiştir: “Allah, İslam’ı bilgi ile süsledi, terbiye ile yükseltti, takva ile şereflendirdi.”
#232
Takva, kulun Rabbiyle arasındaki sevgiyi yıpratmaktan korkusudur. O yakacak diye korkmaktır. Çünkü yanmanın en büyüğü onun sevmemesidir.
#364
“Beden ruhun hanesidir.” buyruluyor. Bir yoksulu giydirmek, bir açı doyurmak böyle önem kazanırsa, ruhları iman ile nurlandırmak, takva ile korumak, salih amel ile terakki ettirmek, ilim ile aydınlatmak ve güzel ahlak ile süslemek ne kadar önemlidir? Kıyas edilsin.
#680
Hz. Lokman (a.s.) bir gün oğluna şöyle nasihat eder:
Yavrucuğum! Dünya derin bir denizdir. Şüphesiz bu denizde çok insan boğulmuştur. Bu sebeple, bu dünya denizinde bineceğin gemi takva, geminin yükü Allah-ü Teâlâ’ya iman, yelkeni de Allah-ü Teâlâ’ya tevekkül olsun. Bu söylediklerime dikkat edersen umulur ki kurtuluşa erersin. Zira senin için bundan başka kurtuluş yolu görmüyorum.
#723
Takva ile yapılan zerre miktarı iyilik ve ibadet, mağrurların dağlar kadar ibadetlerinden daha büyük ve daha üstündür.
Ebû’d Derda r.a.
#907
Kişi gazabını yenmedikçe, takvâ sâhibi olamaz.
#982
Hazreti Lokman oğluna buyurdu ki:
"Oğlum, dünya derin bir deryâdır. Çok kimse burada boğulmuştur. Bu deryada boğulmaktan kurtulmak için senin gemin imân, dümenin takvâ, yelkenin Allah'a tevekkül olsun ki batmadan kurtulasın."
#1032
Ebu Hureyre (r.a) "takva"nın ne olduğunu soranlara:
"Siz hiç dikenli yoldan geçtiniz mi?" dedi. Onlar da "Evet geçtik" dediler.
Bunun üzerine: "O halde oradan geçerken ne yaptınız?" diye sordu. Onlar:
Dikenlerden sakındık, dediler.
İşte takva da, günah ve hatalardan sakınmaktır, cevabını verdi.
#1185
Takvadan, Allah-ü Teâlâ’dan korkup haramlardan sakınmaktan daha üstün azık yoktur. Susmaktan güzel şey yoktur. Bilgisizlikten zararlı düşman yoktur. Yalandan büyük hastalık yoktur.
#1236
Şemseddin-i Sivasi'nin Menakıh-i İmam-ı Âzam isimli eserinde şöyle yazılıdır:
İmam-ı Âzam’ın babası Sabit (rahmetullahi aleyh) küçük yaştan beri ahlakı temiz, takva ve vera sahibi idi. Yüzü gayet nurlu olup zühdü, salahı ve ilmi pek çok idi.
Bir gün bir dere kenarında abdest alıyordu. Suda bir elma gördü. Abdestten sonra suda çürüyüp gidecek olan bu elmayı alıp yedi. Fakat tükürüğünde kan gördü. Şimdiye kadar böyle bir hâl görmediği için tükürükteki kanın bu elmadan ileri geldiğini tahmin etti. Yediğine pişman oldu. Elmanın sahibini bulup helalleşmek için dere boyunca gitti. Nihayet yediği elmaya benzeyen bir meyve bahçesi gördü. Sahibini sordu. Bu zatın gayet cömert ve ihsan sahibi olduğunu, hatta ağaçta bulunan bütün elmaları toplayıp götürülse yine bir şey demeyeceğini, bir elmanın ne ehemmiyeti olacağını söylediler. Buna rağmen elmanın sahibini buldu, meseleyi anlattı, ya parasını almasını veya helal etmesini istedi.
Bahçe sahibi gencin bu halini görünce takva ve verasının doğru olup olmadığını öğrenmek için şöyle dedi:
Yediğin elmam için ne vereceksin?
Altın gümüş neyim olsa veririm.
Ben altın gümüş istemem ama eğer kıyamette senden davacı olmamı istemezsen bir teklifim var, onu kabul etmen gerekir.
Teklifin nedir?
Yapacaksan söyleyeyim...
İslamiyet’e uygunsa yapabilirim.
Kör, sağır, dilsiz ve kötürüm bir kızım var, bununla evlenmeye razı olursan o zaman elmayı sana helal edebilirim.
Sabit hazretleri ahirete kul hakkıyla gitmemek için bu teklifi kabul etti. Düğün hazırlığı yapıldı. Sabit hazretlerinin ilk gece odaya girmesiyle çıkması bir oldu. Hemen kayınpederine koşup; “Efendim, bir yanlışlık var galiba, içeride sizin bahsettiğiniz vasıflarda bir kız yok, tam tersi!” Kayınpederi tebessüm ederek; “Evladım o benim kızımdır, senin de helalindir. Ben sana kör dediysem, o hiç haram görmemiştir. Sağır dediysem, o hiç haram duymamıştır. Dilsiz dediysem, o hiç haram konuşmamıştır. Kötürüm dediysem, o hiç harama gitmemiştir. Var git helalinin yanına, Allah-ü Teâlâ mübarek ve mesut etsin.”
İşte bu evlilikten, yani böyle ana babadan İmam-ı Âzam Ebû Hanife hazretleri dünyaya geldi.
#1611
Tasavvuf yolunun büyükleri de sahabiye hürmet gösterilmesine büyük önem vermişlerdir. Osmanlı’nın son asrında yaşamış olan Nakşibendîliğin, Halidi koluna mensup Terzi Baba Hazretleri’nin Dört Halife hakkındaki şu tavsiyeleri oldukça önemlidir.
“Ebu Bekir r.a. ilk olarak halife oldu. Böylece vazife ona intikal etti. Peygamberlerden sonra en faziletli insandır o. Sahabilerin de en faziletlisi odur. Allah Resulü s.a.v. ona “Sıddîk” demiştir. O daima O’nun sözünü tastik etmiştir. Hazreti Ebu Bekir r.a. doğruluğun, sadakatin şehri olmuştu. Hakk’ın lütfuna mazhar olmuştu. Hak yol üzereydi daima, Allah Rasulunün de mağara arkadaşıydı. Malını mülkünü hak yolunda infak etti, kendisine bir şey koymadı. Yüce Mevla da onu Kur-an’da övdü.
Ondan sonra Hazreti Ömer r.a. adaletle halifelik yaptı. Alemi adaletle doldurdu, devrinde adaletin kapısı oldu. Allah Rasulu, Hazreti Ömer’e, Hakk’ı batıldan ayırdığı için “Faruk” demişti.
Üçüncü halife Hz. Osman r.a. oldu. İnsanlar ve cinler hayâ ederdi ondan. Onun zamanında Kur’an tertip edildi, toplandı. Mana âleminde bakıp, edeple Kur-an’ı sıraladı. Allah Rasulu s.a.v. ona iki kızını verdi, ona iki kez inayet kıldı, yardım etti. Bu yüzden onun lakabı “İki Nur Sahibi”dir. Takvası ile hayâ kapısı.
Onun ardından Hz. Ali r.a. halife oldu. O Allah’ın arslanıdır. Yüce Mevla ona çok ihsanlarda bulunmuştur. Onun eliyle yardım göndermiş herkese. Allah Rasulu ona kızı Fatıma’yı verdi. Yine ona ilmin usulünü öğretti. Oda ilmin kapısı oldu, bölümlerini açıkladı. Bu dört halifeye hürmet ve saygı göstermek gerekir. Her birini mertebesine göre bilmemiz gerekir. Onlar hakikat sırlarının hazinesidir. Nice incelikler onlarda zuhur etmiştir. Onlar Peygamberimizin dostları, doğrulayıcılarıdır.
Onlara hürmet göster ve sakın onların hakkına girme! Allah âşıklarına dil uzatma, onlarda bir kusur arama!
Sahabe-i Kiram Efendilerimiz, Fahr-i Kâinat Efendimizin dostlarıdır, arkadaşlarıdır. Onlar da Allah Rasulu s.a.v.’in yadigârıdır. Şüphesiz bu inceliği bilmemiz, şuurlu davranmamıza vesile olacaktır.
Rabbimizin Tevfik ve inayetiyle…
#1628
Âlimler ve veliler verânın sadece ilim, takva ve zikirle ilişkisini belirtmemiş, bunun yanında bunların hangi sırayla elde edileceğini de göstermiştir. Bu konuda ikinci bin yıllın müceddidi İmam Rabbanî k.s. hazretleri şöyle demiştir:
“Akıllı kimselere ilk gereken Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat yoluna uygun bir şekilde akaid öğrenmek ve inancını düzeltmektir. Bundan sonra fıkıh hükümlerini öğrenmek gerekir. Farz, vacip, helal, haram, sünnet, mendup, şüpheli ve mekruh olan şeyleri bilip gereğince amel etmelidir. İtikad ve amele dair iki kanat elde edildikten sonra da Hak Teâlâ’nın yardımıyla, bütün vakitleri zikirle geçirmeye gayret etmelidir.”
#1639
Sahabenin zahit alimlerinden Ebu Zer el-Gıfarî r.a., Hz. Osman r.a.’ın halifeliği döneminde Şam’da bulunuyordu. Aldığı maaşın günlük nafakasından fazlasını muhtaçlara dağıtır, yanında hiç altın para bırakmazdı. Bundan dolayı halk arasında pek muhterem ve mübarek bir zat olarak tanınırdı. Fakat zühd ve takva yönünden halkın kaldıramayacağı bir hayat tarzını kendisi gibi herkesten bekler, eldeki malların bekletilmeden mutlaka Allah yolunda harcanmasını isterdi. İyi niyetine diyecek yoktu, ama herkesin hali ona uymuyordu. Şam valisi Hz. Muaviye, onun ağır tekliflerinden rahatsızlık duyuyordu. Ondaki samimiyeti sınamak için, bir gece adamlarından biriyle anlaşarak kendisine hibe şeklinde bin altın gönderdi. Aynı şahıs ertesi gün Ebu Zer hazretlerine gelerek: “Aman beni Muaviye’nin hışmından kurtar. O beni başkasına gönderdiği halde, ben yanlışlıkla altınları sana getirip vermişim!” dedi.
Ebu Zer hazretleri ise “ Evladım, o altınlar bu gece fakirlere dağıtıldı, bir tane bile kalmadı. Muaviye bana üç gün mühlet versin de o kadar altını tekrar bulup ödemeye çalışayım.” dedi
Muaviye r.a. gördü ki, onun sözü ve işi birbirine uyuyor. Şam’da onu idare etmek de zor. Çaresiz onun halini Hz. Osman’a bildirdi. Halife de onu Medine’ye çağırınca oraya gitti. Fakat Medine eskisi gibi değildi, zenginleşerek gelişmiş ve değişmişti. Hz. Osman r.a. ona: “Ey Ebu Zer halkı zorla zühd ve takvaya sevk etmek mümkün değil. Bana gereken onlar arasında Allah’ın emriyle hükmetmek ve adaleti sağlamaya çalışmaktır.”dedi. O ise:”Zenginler zekâttan başka sadakalarını da vermezlerse biz onlardan razı olmayız.” dedi. Orada bulunanlardan Kâ’bü’l-Ahbâr: “Farzı yerine getiren borcunu ödemiş olur.” deyiverince, Ebu Zer: “Sen kim oluyorsun ki burada lafa karışıyorsun? diyerek, kafasına şiddetli bir sopa indiriverdi!
Ebu Zer r.a. Medine’deki hayattan sıkılmaya başlamıştı. Hz. Osman’a dedi ki: “Rasulullah Aleyhisselam bana: ‘Şehrin binaları Sel dağına ulaşınca Medine’den çık git.’ demişti. İzin verirsen buradan çıkıp gideyim.” O da izin verince, beş-altı kilometre ötede Mekke yolu üzerindeki yerleşime elverişli Rebeze köyüne gitti.
#1645
Yunus İbn Abdullah rh. a. demiş ki:
Üç adamdan üç söz işittim, artık Kur’an hariç, başka bir söz işitmesem gam yemem.
Murik el-İclî’nin şöyle dediğini işittim: “ Memnunken pişman olacağım bir şeyi kızdığım zaman söylemedim.
Muhammed ibn Sirin’den şunu işittim: “Hiç kimseyi hiçbir şeyden dolayı kıskanmadım. Zira kıskanma ya din veya dünya için olur. Eğer Allah bir adama hayır vermişse neden onu kıskanayım. Dünyaya gelince, dünya da zaten kıskanmaya değmez.”
Hasan ibn Ebu Seyhan’dan da şunu iştim: “Takvadan kolay bir şey yoktur.” “Nasıl olur?” dendi. “Hangi şey sana şüpheli gelirse onu bırak, (işte takva budur.)” dedi.
#1645
Yunus İbn Abdullah rh. a. demiş ki:
Üç adamdan üç söz işittim, artık Kur’an hariç, başka bir söz işitmesem gam yemem.
Murik el-İclî’nin şöyle dediğini işittim: “ Memnunken pişman olacağım bir şeyi kızdığım zaman söylemedim.
Muhammed ibn Sirin’den şunu işittim: “Hiç kimseyi hiçbir şeyden dolayı kıskanmadım. Zira kıskanma ya din veya dünya için olur. Eğer Allah bir adama hayır vermişse neden onu kıskanayım. Dünyaya gelince, dünya da zaten kıskanmaya değmez.”
Hasan ibn Ebu Seyhan’dan da şunu iştim: “Takvadan kolay bir şey yoktur.” “Nasıl olur?” dendi. “Hangi şey sana şüpheli gelirse onu bırak, (işte takva budur.)” dedi.
#1645
Yunus İbn Abdullah rh. a. demiş ki:
Üç adamdan üç söz işittim, artık Kur’an hariç, başka bir söz işitmesem gam yemem.
Murik el-İclî’nin şöyle dediğini işittim: “ Memnunken pişman olacağım bir şeyi kızdığım zaman söylemedim.
Muhammed ibn Sirin’den şunu işittim: “Hiç kimseyi hiçbir şeyden dolayı kıskanmadım. Zira kıskanma ya din veya dünya için olur. Eğer Allah bir adama hayır vermişse neden onu kıskanayım. Dünyaya gelince, dünya da zaten kıskanmaya değmez.”
Hasan ibn Ebu Seyhan’dan da şunu iştim: “Takvadan kolay bir şey yoktur.” “Nasıl olur?” dendi. “Hangi şey sana şüpheli gelirse onu bırak, (işte takva budur.)” dedi.
#1849
Camileri süsleyip güzelleştiren şey binanın güzelliği ve konforu değil cemaatin çokluğu ve takvalığıdır.
#1902
Takvâ, kişinin dış görünüşünü insanlara karşı süslediği gibi, gönül dünyasını da Allah Teâlâ’ya karşı tezyin etmesidir.
#1980
Şeyh Sadi Şirâzî k.s. ihsan ve cömertlik hakkında şunları söyler:
“Suret geçici, mana kalıcıdır. Eğer aklın varsa manaya talip ol. İlimden, takvadan nasip almamış olanlar manadan kopuktur, yalnızca suretten ibarettirler. Kabirlerinde rahat yatıp uyuyanlar, yeryüzünde halkı rahat tutanlardır. Hayatta iken yapacağın tüm hayırları yap. Öldükten sonra kimse seninle, geçmişle ilgilenmez. Servetin bugün senin. Sen öldükten sonra elinden çıkacak.
Gönlünün perişan olmasını istemiyorsan hali perişan olanlara merhamet et. Hazinenin anahtarı senin elindeyken hayır işle, yarın anahtar başka ellere geçecek. Sen kendi azığını kendi elinle götür, çoluğundan çocuğundan sana fayda gelmez. Ahiret yolculuğunda azığını yanına alan kişi, bu dünyada hayır yapmış demektir. Kaşınacaksan kendi tırnağınla kaşın. Gücün varsa şimdi iyilik yap. Yarın, gücüm varken niçin vermedim, diye elini ısırırsın.
Yoksulun ayıbını örtmeye çalış ki, Allah-ü Teâlâ senin günahlarını örtsün, bağışlasın. Kapına gelen fakiri küskün, gönlü kırık gönderme. Bir gün sen de kapılara düşebilirsin. Başkasına muhtaç olmaktan korkan büyükler, ihtiyaç sahiplerini boş göndermez. Hastaları ara, onların hallerini sor. Bir gün senin de başına gelecek olur. Acizlerin hüzünlü gönlünü rahatlat, acze düşeceğin günleri hatırla. Allah’ın seni dilenmekten korumuş olduğunu düşün, haline şükret, kapına gelip isteyeni kovma.”