"Hz.leri" kelimesi ile ilgili sonuçlar;
#298
Süfyan-ı Sevri Hz.leri, dünyalık elde etmek için, devlet adamlarına yakın duran, onların hizmetlerine koşan birine, bu halden uzaklaşmasını, dalkavukluğu terk etmesini tavsiye etmişti.
O kişi:
-O zaman ailemi nasıl geçindiririm? diye sorunca;
Süfyan-ı Servi şöyle buyurdu:
-Sübhanallah!
Kendisine isyan ettiğin hallerde bile rızkını kesmeyen Allah-ü Teâlâ, kendisine itaat ettiğinde mi rızkını vermeyip kesecek?
#389
Hayrabolu’da yaşayan büyük velilerden Ahmet Sarban Hz.lerinin sevdiklerinden biri hastalandı bir gün. Bu zat ziyaretine gitti bu kişinin.
-Geçmiş olsun kardeşim. Allah şifa versin!
-Teşekkür ederim hocam.
Sonra sohbete başladılar. Bir ara buyurdu ki:
-Bu hastalık bir şey değil. Asıl hastalık kalpte olandır.
-Kalpte olan mı?
-Evet. Kalbin hastalığı yanında bunlar hastalık bile sayılmaz.
-Kalpteki hastalık nedir ki hocam?
-Küfür’dür.
-Allah’ı inkâr mı yani?
-Evet, bunun tedavisi cehennemde sonsuza dek yanmaktır.
“Pişman olacaklar!”
-Hocam, imansızlar cehenneme girince çok pişman olacaklar, değil mi?
-Hem de nasıl. Hele hayvanların toprak olduğunu görünce,
-“Aaah! Keşke bizde toprak olsaydık” diye çok hayıflanacaklar. Ama…
-Ama faydası yok değil mi hocam?
-Evet. Onlar, küfürlerinin cezası olarak sonsuza dek cehennemde yanacaklar. Hâlbuki Müslüman’ın hastalığında şifa vardır.
-Anlayamadım hocam!
-Hastalığa şifa vardır, diyorum.
-Nasıl yani?
-Şöyle ki, Müslüman’ın hastalığı, günahlarını temizler. Aklını başına getirir. Sonra ölümü hatırlatır ona.
-Ayrıca günahlarına tövbe etmesine vesile olur.
-Değil mi? Yakınlarıyla helalleşir. Bütün bunlar, kalbin uyanmasını sağlar. Bu da şifadır işte.
-Çok doğru hocam. Şimdi iyi anladım.
#466
Hallac-ı Mansur, Cüneyd-i Bağdadi Hz.lerinin kapısını çalar. Hz. Şeyh:
Kimsin? diye sorunca,
Hallac-ı Mansur:
Ben Hak! diye cevap verir.
Cüneyd-i Bağdadi, Vahdetü’l- vücudçu Hallaç’a şu karşığı verir:
Sen, Hak değilsin. Belki Hak ilesin.
#470
Sühreverdi Hz.lerine sordular:
Âlemi terk edersek helak oluruz, ama amel ettiğimizde de gönlümüze gurur gelir. Bu durumda ne yapalım?
Sühreverdi Hz.leri şu cevabı verdi:
Amel ediniz ve gururdan da Allah’a istiğfarda bulununuz.
#477
Ebu Hureyre Hz.lerine:
Yarın öleceğini bilsen, ne yapardın? diye sorulmuştu.
Cevaben:
İlim öğrenirdim, buyurdu.
#484
Cüneyd-i Bağdadî Hz.lerine soruldu ki:
İnsan ne zaman gerçek kul olur?
Allah-ü Teâlâ’dan başkasına kulluk etmeyi terk ettiği zaman, buyurdu.
#489
Mevlânâ Hz.lerine bir gün sordular ki:
Talebeniz Selahaddin Zerkûp, önceleri, hocamızın nurunu şöyle gördüm, böyle gördüm diye anlatırdı. Şimdi bu gibi halleri hiç anlatmıyor. Acaba kalp gözüne bir perde mi geldi de eski gördüğü nurları müşahede edemiyor?
Mevlânâ şu cevabı verdi:
Hayır, Selahaddin şimdi, kendisi nur deryasına girmiştir. Nurun içinde olduğu için, dışarıdaki nurlar ona görünmez olmuştur.
#491
Ebu Hâzim Hz.lerine dediler ki:
-Efendim, fiyatlar çok yükseldi, pahalılık var.
O da şu cevabı verdi:
Niçin üzülüyorsunuz?
Bolluk zamanında sizi rızıklandıran Allah, pahalılıkta da size rızık vermeye devam edecektir.
#493
Şakik-i Belhi Hz.lerinin hayatı, hep zahmet ve sıkıntılarla doluydu. Bazı dostları, ona:
Sen duası makbul bir kişisin. Allah’a iltica etsen de, seni bu sıkıntılardan kurtarsa, dediler. Şakik-i Belhi şu karşılığı verdi:
Sıkıntının mükâfatını bilen, ondan kurtulmaya heves etmez.
#539
Hatemül’l –Esam Hz.leri, cimri bir insanın hastalandığı zaman sadaka dağıttığına şahit olunca şöyle dua etmişti:
Allah’ın, bu kulunun hastalığını devam ettir. Çünkü hastalık, ona, kendisinin günahları için bir kefaret, fakirler içinde bir rahmettir.
#834
Behâeddîn Zekeriyyâ Hz.leri bir gün talebelerinden birine içerden, içinde beş bin dinâr bulunan bir kutuyu getirmesini söyledi. Fakirlere dağıtacaktı. Talebe gitti. Biraz sonra gelip, kutuyu yerinde bulamadığını söyledi. Behâeddîn Zekeriyyâ; "Elhamdülillah" dedi. Biraz sonra talebe tekrar gelip, kutunun bulunduğunu söyleyince yine; "Elhamdülillah" dedi. Hâdiseye şâhid olanlar, her iki hâlde de hamdetmesinin hikmetini suâl ettiler. Bunlara cevaben buyurdu ki: "Dervişler için dünyalık olan şeyin varlığı ile yokluğu birdir. O şey gelince sevinmezler, gidince üzülmezler. Kutunun kaybolup gittiğini öğrenince, kalbime baktım, dünyalığım gittiği için bir üzüntü hâlinin bulunup bulunmadığını, üzülüp üzülmediğimi kontrol ettim. Bir değişme olmadığını anlayınca, Allah-ü Teâlâya hamdettim. Kutunun bulunduğunu söyledikleri zaman bir sevinme hâli olup olmadığını yine kontrol ettim. Sevinç hâli bulunmadığını anlayıp, yine Allah-ü Teâlâ’ya hamdetti.
#837
Behâeddîn Zekeriyyâ buyurdu ki: "Bir kalpte Allah-ü Teâlâ’ya olan aşk ateşi yok ise, o kalp ölü bir leş eti gibidir. Ama aşk ateşi varsa, o kalp, zât-ı ilahînin ve nimetlerinin aynası hâline gelir.”
#839
Bir gün Behlül'ü Dânâ hz.lerini kabristanda gördüler. Ayaklarını kabir taşları arasına sokmuş toprakla oynuyordu.
Kendisine;
"Ey Behlül ne yapıyorsun?" diye sordular.
Onlara gâyet sâkin olarak;
"Bana eziyet etmeyen, gıybetimi yapmayan insanlarla oturup sohbet ediyorum. Bunlar sağ olanlardan daha emin." diye cevap verdi.
#857
Bennân-ı Hammâl hazretleri buyurdu ki:
"Allah-ü Teâlâ semâyı yedi kat yarattı. Her katta mahlûklar ve melekler yarattı. Bunlar O'na ibâdet ve itâat ederler. Birinci kat, yâni dünya semasında bulunanların ibadeti korku ve ümit üzere bulunmaktır. İkinci semada bulunanların ibadeti, muhabbet ve hüzün üzere bulunmaktır. Üçüncü semada bulunanların ibadeti, minnet ve hayâ üzere bulunmaktır. Dördüncü semada bulunanların ibadeti, şevk ve heybet üzere bulunmaktır. Beşinci semada bulunanların ibadeti, münâcaat ve iclâl, saygı üzere bulunmaktır. Altıncı semada bulunanların ibadeti, inâbet, tövbe ve tâzim, saygı gösterme üzere bulunmaktır. Yedinci semada bulunanların ibadeti ise, mürüvvet, cömertlik ve kurb, yakınlık üzere bulunmaktır."
#859
Bennân-ı Hammâl Hazretleri buyurdu ki:
"Tövbe iki çeşittir. Biri avâmın tövbesi, biri de havâsın tövbesidir. Avâmın tövbesi günahlardan tövbedir. Havâsın tövbesi ise gafletten tövbedir. Avâm ile havâsın, tövbelerinde fark vardır. Avâm, günahlardan ve kötülüklerden tövbe eder. Havâs ise bunları zaten işlemez. Fakat onların tövbesi yanılmaktan, gaflete düşmekten ve yaptığı ibadet ve tâatı sebebiyle kendini beğenme korkusundan tövbedir.
#860
Bir gün çocuklar, hazret-i Behlül'e taş atmağa başladılar. Taşın birisi vücûdunu kanatınca,
"Ey çocuklar! Ben, Allah-ü Teâlâ’ya tevekkül ettim. O elbette bana kâfidir. O ne güzel vekildir. Ancak Allah-ü Teâlâ’ya yaklaşmak insana rahatlık verir. İnsanlara ezâ ve cefâ yapanlar hiç merhametli olur mu?" dedi. Ben dayanamadım.
"Ey Behlül, çocuklar sana taşla vuruyorlar, sen onlara merhamet ediyorsun. Bu nasıl iştir?" dedim.
O da,
"Sus! Allah-ü Teâlâ, benim üzüntü ve acımı, onların da sevincinin çokluğunu elbet biliyor. Bazımızı, bazımıza bağışlaması umulur." buyurdu.
#862
Bir gün Behlül-i Dânâ'nın evine hırsız girmiş, evde ne bulduysa alıp götürmüştü. Doğruca kalkıp kabristanlığa gitti ve kapısına oturdu. Bunun farkına varanlar başına toplanıp;
"Niçin hırsızın peşinden gitmedin de buraya geldin?" dediler.
Onlara;
"Yolunu şaşırmış o adamcağızı burada bekliyorum." diye cevap verdi.
Bu söze oradakiler kahkaha ile güldüler ve;
"Hay Allah iyiliğini versin, o adamın burada işi ne?" dediler.
Bunun üzerine Behlül hazretleri;
"Siz hiç merak etmeyin o mutlaka bu kapıya gelecek. Ecel onu buraya getirecektir." buyurdu. Bu sözler üzerine herkes derin düşüncelere daldı.
#863
Hz. Behlül bir gün Hârûn Reşîd'in taht odasını boş buldu ve çıkıp tahta oturuverdi. Bunu gören askerler onu kamçı ile dövmeye başladılar. Askerler vurdukça o;
"Vah Hârûn Reşîd. Vah Hârûn Reşîd!" diyordu.
O esnâda halîfe geldi ve manzara karşısında donup kaldı. Askerleri uzaklaştırdıktan sonra;
"Ey Behlül! Bu ne hâl?" diye sordu.
Behlül;
"Senin için ağlıyorum. Burada tahtı boş bulup bir an oturdum. Bu kadar kırbaç yedim. Sen ise senelerdir bu tahtın üzerinde oturuyorsun. Hâlin ne olur diye düşündüm."
Hârûn Reşîd;
"Peki ne yapmam lâzım?" dedi.
Behlül;
"Mademki bu yükün altına girdin. Zulme meyletme. Adalet üzere ol. Böylece tahtında otur." buyurdu.
#864
Bir gün Hârûn Reşîd, Behlül-i Dânâ Hz.leri ile görüşmek, hikmetli sözlerini duymak istedi. Bu şekilde adamlarını gönderip Behlül'ü getirmelerini söyledi. Gidenler Behlül’ü boş bir mezar içinde uyur buldular. Uyandırdıklarında;
"Siz ne yaptınız. Beni padişahlık makamından indirdiniz. Şimdi ben ne yapacağım." dedi.
Görevliler gidip bu sözleri halifeye bildirdiler. Hârûn Reşîd onun bu hâline bir mânâ veremedi, huzuruna geldiğinde;
"Ey Behlül! Bu ne iş. Sen hangi padişahlıktan indirildin?" dedi.
O, bu soru üzerine;
"Ey Halife! Rüyamda kendimi hükümdar olmuş gördüm. Tahtımda oturuyordum. Hizmetçilerim vardı. Saltanat ve ihtişam içinde idim. Lâkin senin adamların beni uyandırdı ve tahtımdan oldum."
Bu sözlere Hârûn Reşîd güldü ve;
"Ey Behlül! Rüyadaki padişahlığa itibar olur mu?" dedi.
Bunun üzerine Behlül hazretleri;
"Ey müminlerin emîri! Benim hükümdarlığım ile seninki arasında ne fark var. Ben gözlerimi açınca hayat buldum. Sen gözlerini kapayacak olsan ebediyen emirlikten düşecek saltanatından olacaksın ve nedamet, pişmanlık günün başlayacak. O halde hangimizin hükümdarlığına itibar yoktur sen söyle" dedi.
Bunun üzerine Hârûn Reşîd söyleyecek söz bulamadı.
#900
Bişr-i Hafi hazretleri buyurdu ki: "Âzâları içinde yalnız dili ile şükreden kimsenin şükrü az olur. Çünkü gözün şükrü, bir hayır gördüğü zaman onu almak, eğer şer görürse onu örtmektir. Kulağın şükrü, bir hayır işittiği zaman onu ezberlemek, şer işitirse onu unutmaktır. Ellerin şükrü, onlarla hak olandan başkasını tutmamaktır. Midenin şükrü, ilim ve hilm ile dolu olmak; ayakların şükrü de, iyilikten başkasına gitmemektir. Kim böyle yaparsa hakikaten şükredenlerden olur."
#901
Bişr-i Hafi Hazretleri cemaatle sohbet ediyor, rızadan bahsediyordu. Sohbette bulunanlardan birisi; "Ey Bişr! Makam ve itibar sahibi olduğun için halktan hiçbir şey kabul etmiyorsun. Eğer zühd sebebiyle hakikaten dünyadan yüz çevirmişsen, halktan gizlice bir şeyler alıp fakirlere ver ve kendin de tevekkül üzere oturup rızkına razı ol." dedi. Bu söz üzerine Bişr-i Hafi buyurdu ki: "Bunun cevabını dinle. Fukara ve dervişler üç çeşittir. Birinci kısım, asla kimseden bir şey istemez, verirlerse de almaz. Bunlar hâl sahibi, ruhaniyet ehli kimselerdir. İzzet ve celâl sahibi Allah-ü Teâlâ’dan her ne isterlerse, Allah onu bu kimselere verir. Allah-ü Teâlâ şunu verecek diye yemin edecek olsalar derhâl duaları kabul edilir. Diğer bir kısmı halktan bir şey istemez ama verildiğinde kabul eder. Bunlar dervişlerin orta tabakasıdır. Allah-ü Teâlâ’ya tevekkül ederek sükûn, rahat bulurlar. Bu kısım, kudsiyet makamında ebediyet sofrasına oturmuş bir tâifedir. Üçüncü kısım ise, güçleri yettiğinde sabrederek oturur ve rızkın geleceği vakti gözler. Böyleleri zarurî ihtiyaçları mecbur bırakırsa, kalpleri Allah-ü Teâlâ’ya bağlı olduğu hâlde çıkıp halktan isterler." Bu cevabı alan kimse; "Bu söze râzı oldum. Allah’da senden râzı olsun." dedi.
#902
Bişr-i Hafi hazretlerinin hastalığı sırasında talebelerinden birisi onu ziyarete gitti. Bişr-i Hafi’ye; "Bana nasihat et." dedi. Bişr-i Hafi buyurdu ki: "Bir karınca vardı. Yazın taneleri toplar, kışın yerdi. Bir gün topladığı taneyi yemek üzere ağzına aldı. Tam bu sırada gelen bir kuş onun ağzındaki taneyi kaptı. Karınca topladığı şeyi yiyemedi ve emeline kavuşamadı. Dünyada insanlar da böyledir. Mal ve servet toplarlar. Onları ya başkaları alıp tüketir veya ölüm kuşu gelip o kimseyi alır da dünyadaki emeline kavuşamaz. Hal böyle olunca, dünyaya gönül vermemeli, âhiret için hazırlanmalıdır."
#922
Bişr-i Hafi Hazretlerine "Tasavvuf nedir?" diye sorulunca, buyurdu ki: "Tasavvuf üç anlama gelir. İlki mârifet nûruna ârif olmak ve verâ hâlini kaybetmemektir. İkincisi, dış görünüşünü bâtıl olan şeylerden alıkoymaktır. Sonuncusu ise kerâmetlerini gizlemektir."
#1125
Cüneyd-i Bağdâdî Hz.leri buyurdu ki: "Bir kimse, yaptığı ibadetlerini ihlâs ile yaparsa, Allah-ü Teâlâ o kimseye, boş hallerden, lüzumsuz heveslerden halas olmak, kurtulmak nîmetini, rahatını ihsan eder.
#1180
Câfer-i Sâdık Hz.leri buyurdu ki:
"Beş kimsenin sohbetinden, yani beş kimse ile beraber bulunmaktan sakın: Birincisi, yalan söyleyenden sakın. Çünkü ona daima aldanırsın. Sana iyilik yapayım derken, kötülük yapar. İkincisi, cimriden sakın. Üçüncüsü, ahmaktan yani aklı az olandan sakın. Çünkü en çok işine yarayacağı zaman, seni bırakır. Dördüncüsü, kötü kalpli kimseden sakın. Çünkü işi bozulunca, seni harcar. Beşincisi, fâsıktan yani günah işlemekten utanmayan kimseden sakın! Çünkü seni bir lokma ekmeğe satar."
#1181
Câfer-i Sâdık Hz.leri buyurdu ki:
"Din âlimleri fakihler, sultanların, devlet adamlarının kapısına gidip, onlara yaltaklanmadıkça peygamberlerin vekilleridir."
#1182
Câfer-i Sâdık Hz.leri buyurdu ki:
"Namaz, her takva sahibi için yakınlıktır. Hac, her güçsüzün cihadıdır. Bedenin zekâtı oruçtur. Amel, ibadet, hayırlı iş yapmadan karşılık bekleyen, yaysız ok atana benzer."
#1208
İbn-i Semmâk hazretleri, Dâvûd-i Tâî'ye gelip; "Bana nasihat et." dedi. O da; "Öyle gayret et ki, Allah-ü Teâlâ seni yasak ettiği yerde görmesin, emrettiği yerden de ayrılmış bulmasın. Allah-ü Teâlâ’dan hayâ et ki, senin O'na yakın olduğunu ve senin üzerindeki kudretini göz önüne getiresin. Dünyaya karşı oruçlu ol ki, iftarın ölüm olsun, insanlardan, aslandan kaçar gibi kaç, fakat cemaatle namazı terk etme ve sünnetten ayrılma." buyurdu.
#1208
İbn-i Semmâk hazretleri, Dâvûd-i Tâî'ye gelip; "Bana nasihat et." dedi. O da; "Öyle gayret et ki, Allah-ü Teâlâ seni yasak ettiği yerde görmesin, emrettiği yerden de ayrılmış bulmasın. Allah-ü Teâlâ’dan hayâ et ki, senin O'na yakın olduğunu ve senin üzerindeki kudretini göz önüne getiresin. Dünyaya karşı oruçlu ol ki, iftarın ölüm olsun, insanlardan, aslandan kaçar gibi kaç, fakat cemaatle namazı terk etme ve sünnetten ayrılma." buyurdu.
#1210
Bir gün Dâvûd-i Tâî pazara çıktı. Taze hurmaları gördü. Almak istedi, fakat parası yoktu. Hurma satıcısına; "Bana, parasını yarın vermek üzere bir dirhemlik hurma ver." dedi. Hurmacı da "Veresiye hurma satmıyorum." cevabını verdi. Biraz sonra satıcı, bu kimsenin, Dâvûd-i Tâî hazretleri olduğunu öğrendi. Çok üzüldü. Hemen Dâvûd-i Tâî'nin bulunduğu yeri öğrenip, yanına geldi. İçinde yüz dirhem olan bir kese uzatarak; "Kusurumu bağışlayınız. Biraz önce ben sizi tanıyamadım. Bir dirhemlik hurma istediniz, vermemiştim. Şimdi ise size, yüz dirhem hediye ediyorum, ihtiyacınıza harcarsınız, lütfen kabul buyurunuz." deyince, Dâvûd-i Tâî hazretleri;
"Benim bunlara ihtiyacım yoktur. Nefsimin istekleri yerine gelecek mi diye tecrübe için yapmıştım. Elhamdülillah, nefsimin isteği yerine gelmedi ve bu dünyada bir dirhemlik bile itibarının olmadığını gördü." buyurdu.
#1211
Dâvûd-i Tâî Hazretleri bir kabrin yanından geçiyordu. Bir ses işitti: "Ben zekât vermedim mi? Namaz kılmadım mı? Oruç tutmadım mı? Falan falan hayırlı işleri yapmadım mı?" diyordu. Bir ses ona cevap verip; "Evet yaptın ey Allah-ü Teâlâ’nın düşmanı! Fakat yalnız kalınca, Allah-ü Teâlâ’ya karşı geldin. Allah-ü Teâlâ’nın seni gördüğünü düşünüp O'ndan korkmadın." diyordu.
#1212
Dâvûd-i Tâî Hazretleri buyurdu ki:
Her nefs, dünyadan susuz olarak gidecektir. Ancak Allah-ü Teâlâ’yı zikreden kullar bundan müstesnadır.
#1239
Şibli Hazretleri bir gün Hicaza gitmek için yola çıkar, yolu Bağdat’tan geçer. O zamanın halifesi Harun Reşid, Şibli Hazretlerinin Bağdat’a geldiğini duyar. “Biz mi ziyaretine gelelim yoksa o mu bizim sarayımıza şeref verir?” diye haber gönderir. Şibli Hazretleri biz halifenin yanına geliriz der. Ve saraya gider.
Halife, Şibli Hazretlerine, “Bana bir nasihat eder misiniz efendim” der. Şibli Hazretleri de “Bana bir bardak su getirin” der. Halifeye, “Eğer çölde susuz kalsanız, ölmek üzere olsanız, biri elinde bir bardak su ile çıkıp gelse, dese ki bu bir bardak suyu sana veririm ama servetinin yarısını isterim, verir misin? Halife düşünür ve elbette veririm der.
Şibli Hazretleri, “Peki bu suyu içtin, çıkaramıyorsun (vücudundan dışarı çıkmıyor, bir hastalık var), bir doktor gelse, ben o suyu dışarı çıkarırım fakat servetinin diğer yarısını isterim, verir misin?” Harun Reşid düşünür ve elbette veririm der.
Şibli Hazretleri, “O halde bir bardak su bile etmeyen servetine güvenme“ der. Halife ağlamaya başlar. Bana bir nasihat daha eder misiniz der.
Şibli Hazretleri, “Siz suyun başındasınız, Allah-ü Teâlâ Peygamber efendimizden beri akıp gelen bu İslamiyet suyunun bekçisi olmayı size nasip etti, bu suya pislik karıştırma, karıştırılmasına da müsaade etme, bid’at karıştırma onu tertemiz olarak koru.”
#1271
Bir gün yaşlı bir kadın, Şeyh Abdülkâdir Geylânî (k.s) hazretlerinin huzuruna geldi. Yanında oğlu da vardı. Yaşlı kadın şeyhe şöyle dedi:
Oğlumun size çok bağlı olduğunu gördüm. Ben hakkımı helal eyledim, ona izin verdim. Allah için onu yanına al.
Şeyh hazretleri de Allah rızası için onu kabul etti. Nefsiyle mücahede etmesini tavsiye etti, ahlakını güzelleştirmesi için bazı talimler verdi.
Aradan birkaç gün geçtikten sonra yaşlı kadın oğlunu görmeye geldi. Baktı ki oğlu arpa ekmeği yiyor! Az yemekten ve uykusuzluktan zayıflamış, rengi sararmış… Kalkıp şeyhin huzuruna çıktı. Şeyhin önündeki tabakta tavuk kemikleri vardı. Yaşlı kadın şeyhe şöyle dedi:
Siz tavuk eti yiyorsunuz, benim oğlum ise arpa ekmeği yiyor!
Bunun üzerine Şeyh elini kemiklerin üzerine koydu ve “çürümüş kemikleri dirilten Allah’ın izniyle ayağa kalkın” dedi. Tabağın içindeki tavuk kemikleri Allah’ın izniyle dirilip ötmeye başladı. Abdülkadir Geylanî (k.s) yaşlı kadına şöyle dedi:
Ne zaman ki senin oğlun da bu dereceye ulaşır, o zaman canının arzuladığı şeyi yesin!
Bu kerametle ilgili olarak Bediüzzaman Said Nursi (r.a) Hazretleri şu tesbitte bulunur:
“İşte, Hazret-i Gavs’ın bu emrinin manası şudur ki: Ne vakit senin oğlun da ruhu cesedine, kalbi nefsine, aklı midesine hâkim olsa ve lezzeti şükür için istese, o vakit leziz şeyleri yiyebilir.
#1278
Ebu Bekir Şibli hazretleri şöyle buyuruyor:
“Dört yüz kadar âlime hizmet ettim. Dört bin hadis ezberledim. Sonra yalnız bir tanesini seçip onunla amel ettim. Kurtuluşumun bu hadise bağlı olduğunu anladım. O hadis-i şerif de şudur:
“Ey insan! Dünya için orada kalacağın kadar çalış. Ahiret için de orada kalacağın kadar çalış. Allah için, O’na ihtiyacın kadar çalış. Cehenneme dayanacağın kadar da günah işle.”
#1357
Bediüzzaman Said Nursî (k.s) şöyle buyuruyor:
“İmam Rabbanî (r.a) demiştir ki:
Ben manevi ve ruhani makamlarda seyahat ederken evliyaların dereceleri içinde en parlak, en haşmetli, en güzel, en emniyetli olanını Sünnet-i Seniyyeye tabi olmayı asıl yol kabul eden velileri gördüm. Hatta o sınıfın avamdan olan evliyaları, diğer sınıfların has velilerinden daha muhteşem görünüyordu.
Evet, hicri ikinci bin yılının müceddidi İmam-ı Rabbanî (r.a) doğru söylüyor. Sünnet-i Seniyyeyi esas tutan kimse, Habibullah (s.a.v)’in gölgesi altında Allah-ü Teâlâ’nın sevgi ve rızasını kazanma makamına mazhar olucudur.”
#1374
Meyve veren ağaca kuru denilmediği gibi, eseri okunmaya devam eden zevata da ölü denmez.
Süleyman Hilmi Tunahan Hz.leri
#1376
Din, dünya menfaat ve siyasetine alet olamaz. Alet edenlere lanet vardır.
Süleyman Hilmi Tunahan Hz.leri
#1377
Edep, akıl ve şeriata muvafık hal ve harekete denir.
Süleyman Hilmi Tunahan Hz.leri
#1378
Bu dünyanın cefasından sefasına sıra gelmez, gafil olmayın, ilme çalışın, geçen günler geri gelmez.
Süleyman Hilmi Tunahan Hz.leri
#1398
Allah’a itaat etmeyen, ibadeti olmayan kişi cehennem ateşinden kurtulamaz.
Malik bin Dinar Hz.leri
#1399
Beyazıt-ı Bistami Hazretleri ise şöyle der:
- Otuz yıl ibadetle meşgul oldum, otuz sene hayatımı Allah’a adadım. Ama bir gün gayp âleminden bana şöyle bir nida oldu. “Allah’ın hazinesinde ibadet pek çoktur. Siz ibadetinizin çokluğu ile Allah’a yaklaşacağınızı zannetmeyin. Siz Allah’a ne ile yakın olursunuz? Zillet ile hakirlik ile gönlünü aşağı tutmak ile kendisini garip bir yolcu hissetmekle, alçak gönüllükle Allah’a yakın olursunuz.”
#1411
Kendimi arıyorum, gören var mı?
Erzurumlu İbrahim Hakkı Hz.leri
#1411
Kendimi arıyorum, gören var mı?
Erzurumlu İbrahim Hakkı Hz.leri
#1442
Kâinatta en yüksek hakikat imandır, imandan sonra ise namazdır.
Said-i Nursi
#1478
Dünya, âşıklarına mihnet yeridir. Lezzetlerine aldanmayanlara, nimet yeridir. İbadet edenlere kazanç yeridir. İbret alanlara hikmet yeridir. Onu tanıyanlara selamet yeridir. Ana rahmine nispetle, cennet gibidir. Ahirete nispetle çöplük gibidir.
Erzurumlu İbrahim Hakkı Hz.leri
#1533
Bütün işlerde, kulun niyeti Allah’ü Teâlâ’nın rızası olursa, o işin sonu mutlaka iyi olur.
Ebû Süleyman Dârâni Hz.leri
#1537
Bazı ilahi sıfatları taşıması sebebiyle âlem de insandan daha aziz daha şerefli bir mahlûk olmadığı gibi, kendini putlaştırıp ilahlaştırmaya çalıştığı için de ondan sefili, zelili yoktur.
Muhiddin Arabî Hz.leri
#1566
Abdülhakim Arvasi Hz.leri “Gıybet edene sus diyen kimseye yüz şehit sevabı vardır” buyurmuştur.
#1577
Kibir, bele bağlanmış taş gibidir. Onunla ne yüzülür ne de uçulur.
Hacı Bayram-ı Veli Hz.leri
#1611
Tasavvuf yolunun büyükleri de sahabiye hürmet gösterilmesine büyük önem vermişlerdir. Osmanlı’nın son asrında yaşamış olan Nakşibendîliğin, Halidi koluna mensup Terzi Baba Hazretleri’nin Dört Halife hakkındaki şu tavsiyeleri oldukça önemlidir.
“Ebu Bekir r.a. ilk olarak halife oldu. Böylece vazife ona intikal etti. Peygamberlerden sonra en faziletli insandır o. Sahabilerin de en faziletlisi odur. Allah Resulü s.a.v. ona “Sıddîk” demiştir. O daima O’nun sözünü tastik etmiştir. Hazreti Ebu Bekir r.a. doğruluğun, sadakatin şehri olmuştu. Hakk’ın lütfuna mazhar olmuştu. Hak yol üzereydi daima, Allah Rasulunün de mağara arkadaşıydı. Malını mülkünü hak yolunda infak etti, kendisine bir şey koymadı. Yüce Mevla da onu Kur-an’da övdü.
Ondan sonra Hazreti Ömer r.a. adaletle halifelik yaptı. Alemi adaletle doldurdu, devrinde adaletin kapısı oldu. Allah Rasulu, Hazreti Ömer’e, Hakk’ı batıldan ayırdığı için “Faruk” demişti.
Üçüncü halife Hz. Osman r.a. oldu. İnsanlar ve cinler hayâ ederdi ondan. Onun zamanında Kur’an tertip edildi, toplandı. Mana âleminde bakıp, edeple Kur-an’ı sıraladı. Allah Rasulu s.a.v. ona iki kızını verdi, ona iki kez inayet kıldı, yardım etti. Bu yüzden onun lakabı “İki Nur Sahibi”dir. Takvası ile hayâ kapısı.
Onun ardından Hz. Ali r.a. halife oldu. O Allah’ın arslanıdır. Yüce Mevla ona çok ihsanlarda bulunmuştur. Onun eliyle yardım göndermiş herkese. Allah Rasulu ona kızı Fatıma’yı verdi. Yine ona ilmin usulünü öğretti. Oda ilmin kapısı oldu, bölümlerini açıkladı. Bu dört halifeye hürmet ve saygı göstermek gerekir. Her birini mertebesine göre bilmemiz gerekir. Onlar hakikat sırlarının hazinesidir. Nice incelikler onlarda zuhur etmiştir. Onlar Peygamberimizin dostları, doğrulayıcılarıdır.
Onlara hürmet göster ve sakın onların hakkına girme! Allah âşıklarına dil uzatma, onlarda bir kusur arama!
Sahabe-i Kiram Efendilerimiz, Fahr-i Kâinat Efendimizin dostlarıdır, arkadaşlarıdır. Onlar da Allah Rasulu s.a.v.’in yadigârıdır. Şüphesiz bu inceliği bilmemiz, şuurlu davranmamıza vesile olacaktır.
Rabbimizin Tevfik ve inayetiyle…
#1727
Riya, ihlâsı bırakıp Allah dışında bir gaye gütmektir.
Seyyid Şerif Cürcani Hz.leri
#1785
Cüneyd-i Bağdadi henüz çocukken birisi ona sorar:
“Şükür hakkında ne biliyorsun?”
Küçük çocuk Cüneyd der ki:
“Şükür odur ki, Allah‘ın sana verdiği nimetlerle, günah ve kötülük yolunda kuvvet kazanmayasın!..”
#1795
Bediüzzaman diyor ki: Cihad, merteb-i şehadetin merdivenidir. Selçuklu Sultanı Alparsalan, Malazgirt harbinden önce şöyle dua etmiştir:
“Ya Rabbi! Seni kendime vekil yapıyor; azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve senin uğrunda savaşıyorum. Ya Rabbi! Niyetim halistir; bana yardım et; sözlerimde hilaf varsa beni kahret!” Sonra atına binerek askerlerine dönerek der ki:
“Biz ne kadar az olursak olalım onlar (Bizanslılar) ne kadar çok olursa olsunlar, bütün Müslümanların minberlerde bizler için duâ ettikleri şu saatte kendimi düşman üzerine atmak istiyorum. Ya muzaffer oluruz veya şehit olarak cennet’e gideriz. Ayrılmak isteyen ayrılsın. Bu gün burada Sultan yoktur. Bende ancak sizlerden biriyim
“Ey askerlerim! Eğer şehid olursam bu beyaz elbise kefenim olsun. O zaman ruhum göklere çıkacaktır.”
Fatih Sultan Mehmet Han diyor ki:
“Bu zahmet din yolunadır. Zira bizim elimizde İslam kılıcı vardır. Eğer bu zahmeti ihtiyar etmezsek bize gazi demek yalan olur.”
Ebu Dücane Hazretleri, o zaman şöyle demişti:
“Biz, ne Medine hurmalıkları, ne de cahiliye damarı için harb ettik. Biz, Allah ve Resulü’nün dinini tebliğ yolunda cihad etmekteyiz. Bu uğurda akan kanların, alınan yaraların, kaybedilen canların hiçbiri boşuna değildir.”
Şaire Hz. Hansâ’ının Kadisiye savaşında dört oğluna söylediği söz:
Din düşmanlarına ilk hücum eden sizler olmalısınız. Sizlerin arkada değil, daima en ön safta çarpıştığınızı görmeliyim. Çünkü bu harp, eski savaşlarımız gibi adi, basit çıkarlar uğruna yapılan çapulculuk ve yağmacılık hareketi değildir. Kısaca bu cihadda emir Allahtan, kumanda da Rasûlullah efendimizdendir. Başka söze ne hacet?”
Yine Kadisiye savaşında dört oğlunu şehit veren anne şöyle diyor:
Ya Rabbi! Bana emanet ettiğin dört kahramanı, yine senin dinin uğrunda feda etmiş bulunuyorum. Artık beni şehit anaları defterine kaydet! Benim için şehit anası olmak kâfi ikramdir. Bunu bana nasip eyle.
Sahabe-i Kiram’dan Hubeyb (r.a.) şehit edilmeye götürülürken söylediği şiirin sonunu şöyle bağlıyor:
“Mü’min öldürüleyim de, dünya umrumda değil. Yolum Allah’a gitsin de, şekli önemli değil.
#1842
Kulun ibadette sadece iki maksadı olabilir. Birincisi, sadece ilâhi rızayı gözetmek. İkincisi ise azaptan kurtulmak ve ahiret nimetlerine vasıl olmak.
Fahreddin Razi Hz.leri
#1843
Dört türlü cihat vardır.
Birincisi, günahları terk etme yolunda cihad.
İkincisi, nefis ile cihad.
Üçüncüsü, şeytanla mücadele yolunda cihad.
Dördüncüsü ise kötü arkadaşları terk etme.
Fahreddin Razi Hz.leri
#1844
Mü’minlere her şeyden evvel kendi nefislerinin ıslahı lazımdır. Kendi nefsini ıslah edemeyen başkasını ıslah edemez. Mahşer günü herkese kendi amelinden sorulacak. Kimse başkasının günahından zarar görmeyecek, kâfirlerin küfrünün zararı ancak kendilerinedir.
Fahreddin Razi Hz.leri
#1950
Bütün beşer tarihi, bir bakıma “Sahte tanrılardan” kurtulup “Yüce Allah’a ulaşma” çilesinden ibarettir. Beşeriyet Allah’ı bulmak için yüzbinlerce “put” kırmak zorunda kalmıştır ve kalmaktadır.
S. Ahmed Arvasi Hz.leri
#2004
Kabrin arkası için çalışınız. Hakiki saadet ve lezzet oradadır.
Said-i Nursi Hz.leri
#2006
Güzel ahlak; Cömertlik, bağışlayıcılık, sabır ve tahammüldür.
Güzel ahlak; Güler yüz, tatlı söz, iyilik yapmak ve kötülük etmemektir.
Hasan-ı Basri Hz.leri
#2023
Âlimler, asırların, devirlerin ışıklarıdır. Her âlim, zamanın insanlarını aydınlatan bir kandildir. Âlimler olmasa, insanlar karanlıkta kalır ve insanlığını kaybederler.
Hasan-ı Basri Hz.leri